'Gezgin Kendini Her Yere Taşımak Zorundadır'

-
Aa
+
a
a
a

Sevgi Saygı ile “Gezgin” romanı üstüne konuşmaUzun süredir böyle keyifli bir kitap okumamıştım. Sağlam, samimi ve özgül ağırlığı yüksek. Yazarını yıllardır tanırım, ama merhabadan öte bir arkadaşlığımız olmamıştı. Hemen yayınevini arayıp, telefonunu edindim. Bir kafede yanyana gelip, yirmi yıl niye hiç arkadaşlık etmemişiz diye hayıflandık. Sonra romanı bahane edip, ruhunun kapılarını aralamaya çalıştım. Evet Gezgin, bir ölçüde Sevgi Saygı (daha sonra,"yaşam öyküsü hariç tüm huysuzlukları ve ukalalığıyla bana benziyor," diyecekti)  Uyumsuz, asosyal, iyi ve romantik. Bu buluşmaya röportajı hiç bulaştırmadık. Sonra sorularımı sordum ve cevaplar aldım. Külliyen aşağıda.GA: Gezgin’in altında bir motorsiklet var. Onu istediği yere götüren, özgürlüğünü sağlayan bir araç. Mahsur kaldığı köyde sık sık yanına uğradığı, parça parça söküp yeniden inşa ettiği bir kahraman. Evet, romanında motorsiklet neredeyse ana kahramanlardan biri. Motorsikletle aran nasıl? Biner misin? Motorsiklet kültürüne nasıl bakıyorsun?SS: Motosikletle aramın nasıl olduğunu hiçbir zaman test edemedim. O sadece düşlerimde yaşadığım bir aşk. Genel geçer kültürde motorsiklet fallik bir obje. Hıza ve gücü kanıtlamaya yönelik, bir de sadece bizim gibi geri kalmış ülkelere özgü bir biçimde zenginliği teşhir etmeye. Ama benim düşlerimdeki motor bunların dışında. O yalnızca gitme özgürlüğü. Bencil bir gidiş. Tek başına. Ama yine de doğaya ve onun getirdiklerine bağımlı. Yolu hızla tüketmek yerine, yolu yaşayan ve sapakları kollayan. Sürprizlere açık. Güç ise bireyin seçme hakkıyla sınırlı.. Gitmek ya da kalmak. GA: Gezgin sık sık cinayet işliyor. Bazı kitap köşesi yazarlarına göre seri katil. Bunun böyle olup olmadığını ancak romanı okuyunca anlayacak okur. Aslında (hadi hepimiz demeyim ama) çoğumuz, zaman zaman birini öldürmeyi düşünmüşüzdür, genellikle öldürmekten nefret etsek de... Sence cinayet ne?SS: Arınma. Nefret ettiğimiz, ki o aslında benzemekten korktuğumuzdur, benliğimizde barındırdığımızı varsaydığımız "kötülükten" arınma duygusudur. Ve unutmayalım ki kötülük de görecelidir. İnsan "neden"den dolayı öldürmez bence, sonuç için öldürür. Ve o sonuç çoğunlukla kendisine zarar verdiğine inandığı şeydir. Ve unutmayalım ki insanoğlu günahlarının affedilmesi için, iyi olduğuna inandığı şeyleri kutsamak için hala kan döküyor.Üstelik bu yasal...GA: Kitabın içinde iki satırlık bir bilgi var hakkında. 1957 yılında İzmir’de doğduğun, Eğitim Enstitüsü’nden sonra Sinema Televizyon okuduğun, yıllarca senaristlik ve asistanlık yaptığın. Burada biraz daha fazlasını soralım sana. Yazma serüvenin ne zaman ve nasıl başladı? Neler yazdın? Nasıl yazarsın?

SS: Yazmak da gezgin olmanın bir başka görünümü. Nasıl ve ne zaman yola çıktığınızı unuttuğunuz bir yolculuk. Yazısız geçen anlar, konaklama yerinde pencereden dışarıya bakıp yeni gelinen yeri tanıma çabasına, o kısa süreli dinlenmeye benziyor. 9 Eylül Sinema-TV bölümünden mezun olup İstanbul’a geldiğim günden beri yazıyorum. Ama ilk profesyonel çalışmalarım radyo için oldu. Radyo Tiyatrosu, Arkası Yarın ve Çocuk Bahçesi için oyunlar yazdım. Hatta Radyo D için 120 gün süren uzun soluklu bir arkası yarını da gerçekleştirdim. Hâlâ radyo için yazıyorum ve bundan büyük bir keyif alıyorum. Altı yıl Atıf Yılmaz’ın asistanı olarak çalıştım ve sonra yazmam gerektiğine karar verip eve çekildim. Türk sinemasının içinde olduğu durum ise malum.. Sinemaya aktaramadığım enerjimi televizyonda da denemeye karar verdim. Hâlâ deniyorum. Ve keşfedilmeyi bekliyorum. Teknik bir yazar değilim; “sabah sekizde otururum, beşte masanın başından kalkarım ya da günde en az on sayfa yazarım” gibi bir disiplinim hiç olmadı.
Galiba ilhamla çalışıyorum. Yazılması gereken neyse, o zorladığında gün ışıyana dek yazabilirim. Ya da sadece iki sayfayla yetinebilirim. Yazmak için geceye, deftere ve kurşun kalemime ihtiyacım var sadece Aslında bazen bunlar da gerekmez, kahvede, dolmuşta bile yazabilirim. GA: Romanında hayvanlar da var. Dünya güzeli bir yavru kedi: Şiva. Ardından karlı bir günde gezginin çevresini kuşatan kurtlar. Ve  bir koyun: Bulutgöbek. "Hayvanlar ve insanlar" üstüne bize neler demek istersin?SS:İnsanlar hep hayvanlar üzerine konuşur. Oysa hayvanların da bizlere söyleyecekleri var. Eskiden dinlemeyi bilirlermiş. Belki kızılderililer hâlâ anlıyorlardır. Tıkıldıkları kamp alanlarında viskiden beyinlerinin yarısını bırakmadılarsa. Hrıstiyanlaştırıldılar ve hafızalarını yitirdiler. Ki bu sanırım, bütün  dinlerin istediği ve başardığı bir şey. Yaratıcının her yerde olduğunu inkar edip bilinmeyen bir yerde olduğunu varsayarak, insanları kendilerine (her iki anlamda da) mahkum ettiler. Sanırım Türkler de şamanist oldukları dönemde farklıydılar. Bilmeyi isterdim. Şamanist olarak kalsaydık, nasıl bir toplumda yaşardık diye merak ediyorum. Belki sokaktaki köpekleri katletmek yerine, Asena’nın hatırına barınak yaparlardı. Eskiden hayvanları dinlemeyi bilenler, şimdi yüreklerinin sesini bile duyamıyorlar. GA: Gezgin romanının kahramanı önce değer tanımayan bir kentli olarak çıkıyor karşımıza. Sonra bir karlar altında bir köye düşüyor yolu. Köyün atmosferi, sağduyusu ve buradaki insanlardan etkileniyor. Bu noktadan hareket ederek kent yaşamı, getirdikleri, götürdükleri hakkında neler söyleyebilirsin? SS: "Değer tanımayan bir kentli" tanımına katılmıyorum. O yerleşik değerleri sevmiyor. Onlarla uyumsuz. Öfkesi dünyayı ve benliğini tanımayan, hor kullanan insanlara karşı. Ama asla teknolojiye karşı değil. (Teknolojinin hiçbir zararını görmedim. Herşeyin kötüye kullanılabileceğini anlamadılar hala. İyiliğin bile. En büyük kirlilik, sızlanmaları ve boş gevezelikleri. Seslerini kessinler yeter. Ne bok yedikleri umurumda değil. İçkilerini buzsuz içerken görmek isterdim teknoloji düşmanlarını. s.53) Ama asla doğadan kopmamış (Bir mantarın, bir tomurcuğun karşısında günlerce oturup gelişimini izlemem gibi? İnsanların tek farkı değiştiklerinin farkında olmamaları. s.14) O kentli de değil, köylü de. İkisinin de nimetlerinden faydalanan biri. Kent hızı, köy dinginliği çağrıştırır genellikle. Ama bu sosyal alanı etkileyen bir hız tanımı. Kentte durup birini tanımaya vakit ayırmazsınız. Ondan sadece izlenimler edinirsiniz. Ve onu bırakıp koşacağınız bir sürü etkinliğiniz vardır. Hepsi de kendinizi zenginleştirme adına. O etkinlikler bile izlenim olarak kalır. İzlenim olarak kalan o tek kitap, film ya da insanla bir köyde başbaşa kalsanız ne olurdu? GA: Yine romanın altını çizdiği bir değerden söz edelim. Emek. Kahramanın değişiminde köydeki kahramanların işlerine verdikleri önem ve bu konudaki yaratıcılıkları rol taşıyor. Terzinin diktiği elbise, babanın tahta oymaları, kızın dokuduğu kilim kutsanıyor bir ölçüde. Bunun arkasında nasıl bir düşünce var?SS: El işleyince kafa ve yürek daha adil  olur. Zamanı yok etmenin en iyi yoludur çalışmak. Kadınlar erkeklerden neden daha uzun yaşıyor sanıyorsunuz? Sürekli üretim halindeler. Üreten insan eğer gerçekten kendini işine veriyorsa, baştan savma ya da dostlar alışverişte görsün hesabı yapmıyorsa, "cinayet" işlemiş kadar arındığına inanıyorum. Orda yok ettiği gereksiz düşüncelerdir. Endişelerini, korkularını, beklentilerini katledip sadece "yaratır".  GA: Romanında birbirinden çok farklı edebi tadlar var. Bir yol öyküsü olarak başlıyor. Gizemleriyle fantastik bir roman gibi de okunabiliyor. Ayrıca psikolojik derinliği de okuyanı etkiliyor. Edebiyatla aran nasıl? Kimleri okur, kimleri izlersin? Bugüne kadar etkilenim kaynakların (edebi ve edebiyat dışı) neler oldu?

SS: İnsanı ve dünyayı anlamamı sağlayan herşeyi okurum. Ama okumaktan en keyif aldıklarım çizgi romanlar, polisiyeler ve fantastik edebiyat? Herşey pazara çıkar, bu gerçek ama işini severek yapanlarla okuyucuyu avlamaya yönelik ucuz yollara sapanlar hemen belli olur. Gördüğünüz gibi, emek yaşamın her alanında gerekli bir kıstas.

GA: Köken olarak sinemacısın. Asistanlık ve senaryo yazarlığı yaptın. Romanında bunun etkileri var mı sence?SS: Bilmem. Bunun kararını ben veremem. Kitabın film olması gerektiğini söyleyen çok kişi oldu. Gerekçe olarak da çok görsel bulduklarını söylediler. Ben bunun sadece sinemacı olmamla ilgili olduğunu sanmıyorum, belki görsel yanım ağır bastığı için sinemacıyımdır ve görsel yazabiliyorumdur. Yumurta-tavuk hikayesi sanki?
GA: Gezgin’de rüyaların da önemli bir görevi var. Bize rüyalarla ilişkini anlatır mısın? Sence rüyalar ne kadar gerçektir?SS: Hayat kadar gerçek. Eğer hayata yanılsama diyorsanız belki hayattan daha gerçek. Rüyalar dürüsttür. Kendinize söylediğiniz yalanları bile orada kılıktan kılığa girmiş bir halde görür ve kabullenmek zorunda kalırsınız. Hiç rüya görmüyorum diyenlerin kendilerine yalan söylemeye devam ettiklerini varsayıyorum. Tanrım, bu kadar eğlenceli bir şeyden nasıl vazgeçerler? GA:  Romanında metaforlar büyük önem taşıyor. Niçin metaforlarla yüklü bir roman yazmayı seçtin? Metafor gerekli midir? SS: Rüya kadar eğlenceli bence. Bazen gerçeği olanca sadeliğiyle anlattığınızda da metafor gibi algılanabilir. Bu daha da keyif vericidir. Metaforlar olmasaydı, gezgin olmazdı, başka bir hikaye olurdu ve benim ilgimi çekmezdi. GA: Romanının ilk aldığı tepkiler nasıl? Bunlar sende nasıl bir etki yarattı? Bundan sonra ne yazacaksın, ya da yazıyorsun?SS: Okuyucu kısa cümleyle barıştı. İrkilenler, kolay okunduğu için şaşıranlar ve sade, basit olanın da bir şeyler anlatabileceğini keşfedenler oldu. Bunlar dile ilişkin duyduklarım. Ortak karar alınmışçasına herkes romandan "etkilendikleri"ni söylediler, ki bu beni de çok etkiledi. Yüreklendirdi. İkinci romanım, ilk romanımı yayınevlerine görüce çıkardığım andan itibaren yazılmaya başladı. Ama şu an ortasında mıyım, yüzde kaçındayım bilmiyorum. Kahramanlar kendi hayat çizgilerini yaşamayı sürdürüyorlar henüz. Yine aykırı bir kahramanı anlatmayı seçtim. Bu dünyada aykırı kalmayı başarmak kolay değil. Peygamberler bile gelmekten vazgeçtiler.